28 Ocak 2011 Cuma

"X Turizmin sayin yolculari, otobusunuz 5 dakika icinde Istanbul istikametinde hareket edecektir. Yerlerinizi almaniz onemle rica olunur"

(Bence once bu yaziyi oku, biraz sonsuz donguye girecek ama, cikis yolunu bulursun diye tahmin ediyorum)

Yil iki bin bilmem kac, artik universiteliyim! Iki hafta sonra dersler baslayacak. Hem cok heyecanli hem de cok uzgunum.. Valizim coktan alinmis, her gece yatmadan valize baka baka agliyorum (ki hala aglarim), valize sirtimi donuyorum, ama aglamaya devam ediyorum. Oryantasyon icin Istanbul'a gidiyorum. Sabah saat 9’da evden cenaze kalkmiscasina aglaya sizlaya otobuse biniyorum. Babacigim asiri cana yakin, asiri sosyal bir kisilik oldugu icin ben otobuse binerken hemen soforle konusmaya basliyor “ben K.C. bilmemnerde bilmemneyim. Bu da benim kizim, bilmemnereye okumaya gidiyor. Aman yolda size emanet!” !!! (tum okul hayatim boyunca her seferinde yasandi bu konusma, zaten kucuk sehir, herkes bi sekilde babacigimi tanidigi icin soforler hemen kendi kizlari muamelesi yapiyorlar bana!) ben desen aglamaktan helak olmusum, zorla gonderiliyormusum gibi davranmaktayim. Tabi konusmaya muavin de sahitlik ediyor, neyse, ilk kolonyalar dokulurken, muavin abican tavriyla “bir seye ihtiyacin var mi bacim, cay kahve getireyim mi?” diyor. Neyse, bir saat gecmeden sofor benim halimi hatirimi soruyor, derken saatler geciyor, mola veriyoruz. Sofor amca “yegenim gel, tanirim ben senin babani, buyuk adamdir” diyor, pesi sira gidiyorum. Oturuyoruz masaya, illa yemek yediriyor. Simdi yazarken bile hislendim yani! Hakkaten boyle iste Anadolu insani, sicak sevecen. Universite hayatim boyunca ettigim yolculuklarin yarisinda sofor tarafindan yemek yedirilmisligim vardir. Hatta tek bana degil, yanimdaki insana da yedirirlerdi! Hatta bir keresinde gece yolculugu yapmaktayim, molada uyanmamisim, geri hareket saati gozlerimi acinca muavin beni goruyor “bacim, seni yemek yemek icin cagirmaya geldim ama uyuyordun, uyandirmak da istemedim kusura bakma” diye ozur diliyor, resmen mahcup oluyor:) burdan butun Anadolu halkina selam ve sevgilerimi yolluyorum.

Aksam oluyor, Istanbul'a variyoruz. Amcamlar Istanbul'da, aksam onlarda kalicam. Neden bilmem cep telefonlarimiz acik, amcam benim telefondan soforle konusuyor, beni nerde indirmesi gerektigini soyluyor. Sonra bi karisiklik, meger gecmisiz orayi. Ben “tamam” diyorum, “siz indirin beni, amcam gelip alir burdan”. Sofor “yok” diyor, “seni amcana teslim etmem gerek, amcan buraya gelinceye kadar da bekleyemeyiz, seni tek basina birakmam, bilmiyorsun buralari”. Hakkaten birakmiyor, taaaaaa Esenlere kadar goturuyor beni. Orda da zorla yedirilen aksam yemeginin ardindan, geri donecek olan gece otobusu soforune beni emanet ediyor, donus yolunda amcam aliyor. Bense bunun sadece bir baslangic oldugunu tahmin bile edemiyorum.

25 Ocak 2011 Salı

Eser miktarda ingilizce terim icerir

Bugun cok fena “gorsel basin” diyesim var! Gorsel basin, gorsel basin..

Bi de bugun sana da persembeymis gibi geliyor mu? Inanamiyorum henuz salida oldugumuza! Salida ya da persembede olmak benim icin bi sey degistirmiyor gerci.. yok yaa, nasil da uydurdum, degistirmez mi? bu persembe bi kere toplantim var, toplantidan sonra bi arkadasla alisverie cikacagiz Cumartesi icin! Cumartesi gunu bizim bolumdeki Cinli bir arkadasa “baby shower” organize ediyoruz da! Daha dogrusu organize edildiyorum! Ben ne anlarim babyshower’dan? Biz turkler kendi aramizda baby shower yapip egleniyoruz ama “converted baby shower” bizimkisi, oysa bu Cumartesi kelli felli 100% Amerikan baby shower’a imza atmam bekleniyor! Her kafadan da bi ses tabi! “yok” da diyemiyorum kimseye.. sonuc itibariyle, beklenen bebek oglan diye, oraganizasyona gelen herkesten acik mavi-beyaz kiyafetler giymesini istedik! Daha neler! Acik mavi bi seyim oldugunu hatirlamiyorum, ne giyecegim merak konusu! Cuma aksamindan itibaren de pogaca, kurabiye ve kisir yapicam yaklasik 20 kisi icin, gozumde buyuyor:( maksat gonul almak, tamam ama, yaa ben kendiligimden “ben yapariiiim” diye atlamayinca benimseyemiyorum bi turlu.. hem artik aklim da basima geldigi icin hicbir seye “ben yapariiiim” diye atlamiyorum. Benden gecmis artik! Boyle hakkaten evde oturmak istiyorum! Misal, yarin movie night var, simdiden kurdeşen dokuyorum resmen, alti ustu 2 saatlik bi sey, ama nasil buyuyor gozumde!!

Zaten “academic writing” diye bi ders aliyorum, aldiriliyorum demek daha dogru, resmen bolum baskani bir bir mail yolladi herkese, benim hoca da benim zamanimi ayarlamami istedigi icin ve ders almanin zaman ayarlama konusunda cok yardimci olacagini dusundugu icin ve dahi (“de” anlaminda, bu konuya donecegim, dur once cumlem bitsin) bu dersin zaman almayacagina inandigi icin aldirtti! Ne dicektim ya ben? Hah tamam, iste sabah dersteyim, hoca benim research’umu anlatan yaziyi incelemeye karar vermis bugun. Ben derse gec kayit oldugum icin, hoca da bana mail atip odev olarak bir sayfa academic research’unu yaz getir dedigi icin ve benim de o zaman pek vaktim olmadigi icin, tam 5 dakikada bir sayfa yazip vermistim, boyle incelenecegini bilmiyordum. Neyyyyse, iste bugun benim yazimi inceledik, valla basima agrilar girdi, karincalanma yasadim, kizardim bozardim, yerin dibine gectim. Ders cikisi bir arkadas, “olsun” dedi (nasil bozulduysam artik derste) “eminim benimkini okusa bu kadar yanlis da bende bulurdu”… elestiriye hic acik olmadigimi anladim, ama cok ustume geldi kadin da! Alti ustu bi sayfa sey! Yalniz ben cok hizli yazi yaziyorum, onu fark ettim..

Bi de ben kucukken baglac olan “de”yi ogreniyoruz, ogretmen “dahi anlaminda” deyip duruyor. Benim 8-9 yasindaki beynim de bunu bildigin “dahi” (ustun yetenek - genius) olarak algiliyor, ama herbir ayrintiyi bile soran ben bu durumu kabullenmeye calisiyorum ve “neden?” diye sormuyorum bi turlu.. ortaokula kadar bu boyle gitti, “dahi” anlamindaki “de” bana hicbir sey ifade etmedi… ben o “de”leri hep genius zannettim! oysa o zaman bana deselerdi, “baglac yavrucum bu, baglaclar ayri yazilir” her sey mis gibi olacakti..

Bak o kadar yazdim, “gorsel basin” diyesim gecmedi!

Ve sevgili BTS, biliyorum o analizi yapmamak icin yazdin bu kadar seyi ama, “ertelemek” sorunlari cozmuyor biliyorsun. Orda seni bekleyen sacma sapan bi suru isin var, hadi derin bi nefes al, hatta git sicak bi kahve bul kendine, bismillah de basla ise! Isini bitirmeden de gmail’mis, blog’mus, hatta gazeteymis okumak yok! Soz ver!

“soz ver” deyince aklima baska bi sey geldi…

23 Ocak 2011 Pazar

Anilaaaaar, nay nay nay, anilaaaaaar, simdi gozumde canlandilaaaaar…

Far far away’den kucak dolusu sevgiler! Ben giris cumleme gore havaya giriyorum sanirim, su an kendimi bir studyoda hissettim, bir tane tek kisilik koltuk var onda ben oturuyorum, bos olan 3 kisilik koltuk da birazdan konuklarimla dolacakmis gibi… cok mutluymusum…

Bilenler bilir, Badem is gorusmeleri icin dere tepe duz gitmekte, eve pek ugrayamamakta! Ben de bir bos kalmaya goreyim hemen bir oraganizasyon yapmaktayim. Gecen persembe “veda” yaptik hava kosullarina ragmen:( Azliii burdaki seruvenini bitirdi ve esas yurduna döndü.. eminim bir kac hafta sonra, Far Far Away’de hic yasamamis gibi hissedecek… neyse, bu konuyu kapatip guzel seylere donelim.

Cuma aksami da genclere bizde kalmayi teklif ettim, sevinc cigliklari esliginden kabul ettiler. Once ciddi muhabbetler ettik, sonra yemek yedik, sonra da gerek projektor bulma konusunda gerekse hoparlöru calistirma konusunda ustun gayret gostererek film izledik. “Kayip balik Nemo”yu 12 kez izledigim, ve yine de her seferinde nemo’yu arayan babanin gayretlerine hislendigim goz onune alirsa “Despicable me” (“Asagilik ben” diye cevirdim ben ama…) filmini cok cok coook begendigimi soylemek abarti olmaz! Ama yok artik buyudum, bir kere izlemek yetti! (Hmmm, ugraslarim sonucu anladim ki “cilgin hirsiz” diye yapmislar cevirisini.. olmamis diyorum, 10 uzerinden 2 veriyorum)

Neyse sonra minicik evimize 5 genci yatirdim, bu konuda kesinlikle annemin kiziyim! Sabun kokulu nevresimleri sermeye calisirken, “ aaa ne guzel kokuyor bunlar” ovguleriyle gecmise isinlandim…

Gecmis zaman, Istanbulda’yim, universite son siniftayim. Kampusun dibinde, disarinin butun sogunu iceri ceken pencerelere sahip bir evde ikamet etmekteyim. O kadar ki mutfak dolaplarimizin kapaklari kirik... O zamanlar her Cuma aksami kizlar bizde toplanirdik, muhabbet ederdik, ardindan yemek yerdik, sonra da film izlerdik (dizi). Gece yatma saati olunca da hepsine yatak yapmaya koyulurduk. Hepsine temiz nevresim sererdik ki o zamanlar ogrenci evinde “temiz nevresim” kavrami Hawaii’ye kar yagmasina denkti. Cunku yatan kalkan belli olmazdi ve takdir edersiniz ki “daha bir kere yatildi” diye kimse o nevresimin kirlendigini dusunmezdi. Ama ifrat ve tefrit’i hayatinin dinamigi haline getirmis “ben”, usenmez herbir kullanimdan sonra o nevresimleri yikardim. Yumusaticinin kokusu henuz uzerinden gitmeyen nevresimi sererken burna gelen koku da gariban ogrenci milletinde surura vesile olurdu.

Iste yine eski zamanlardaki gibiydi. Herkesin yatagini yapmistim, ve huzur icinde kendi odamda tek basima uykuya dalmistim. Ve sabah olunca, yine eski gunlerdeki gibi “Cumartesi kalhvaltisi” vakti gelmisti. Gerci bu gencler tembel cikmisti, dersleri pek agir olmadigindan olsa gerek 10dan once kalkan olmamisti. Ama zaten ben de onlar kalkmaya anca yetistirmistim. Patates kizartmadik bu sefer, kosedeki firindan simit de alamadik...Ama herkesin yuzunde bir gulumseme vardi, en cok da bende.

Gunes vuruyordu soframiza…

ve yine sirtim agriyordu!

21 Ocak 2011 Cuma

işte böyle

"Ben ki suçumu yusam
Su biter kurnalarda"
NFK

18 Ocak 2011 Salı

Kaderde un helvasi yapmak da varmis

Selam dunyali, korkma ben dostum!

Evet, sacma sapan girislerime bir yenisini daha ekledim! Fotograf makinamizin pili yok, ne aci di mi? su sarj edilebilir olanlarindan alicam haaala! Telefonumun da kamerasini cizmisim igrenc gosteriyor. Simdi bi un helvasi yaptim da, ne kadar yediysem resmen basim zonkluyor! Kendi ozel mamulumun resmini koyamayacagim resim cekemedigim icin ama gecen Cumartesi aksami icra ettigimiz “yemek gecesi” etkinligindeki un helvasinin resmini koyuyorum. Tabi bunu yapan abla cok becerikli, hatta kulturumuzu tanitmak uzere kameralar karsisinda yemek yapmisligi dahi var! zaten tarif de ondan (biraz oynadim). Tarifi isteyince, “dur ben yapar gonderirim” demedi, “tarif zor bakalim yapabilecek misin:)” dedi ( yaaa, tum gercekleri butun ciplakligiyla serdim ortaya) .

Malzemelerimiz kasikla bardakla! Ama dur, yag haric! Bir cubuk tereyagini (113 grammis) Teflon tencerede eritiyoruz, uzerine 1 su bardagi unu ekliyoruz. Un az oldugu icin topaklanamiyor, biraz karisitirinca 2 tepeleme dolu yemek kasigi un daha ekliyoruz. Karistirmaya devam ediyoruz. Yan ocakta da 1.25 bardak sutle 1 bardak sekeri karisitirip isitiyoruz, kaynatmiyoruz. Sonra karistir karistir nereye kadar, bunlar niye daha pembelesmedi, diye sıkıla sıkıla isyan bayraklarini cekmeye hazirlaniyoruz, tam sabir tukenmeye baslamisken kavrulma kokusu geliyor burnumuza, heyecan yapiyoruz. Tarifi veren abla "sekerli sutu una yavas yavas dok, hizli hizli karistir" demisti ama iki elimi ayri frekanslarda hareket ettiremiyorum ben, ya yavas karistiyor yavas ekliyorum, ya da hizli karistirip hizli ekliyorum. Boyle bi cebelleserek kavrulan una sekerli sutu ekliyorum. Ama zaten bilegim karistirmaktan yorulmus, hem ben zaten gucsuzum, zaten olcuyu azaltip yapmisim, butun helva tahta kasiga yapisik vaziyette kaliyor, karisitiralmiyor, gicik oluyorum… taaa ki tadina bakincaya kadar! Sonrasinda kendimle gurur duyuyorum. Badem’in “sekerli un bu” sozlerini duyar gibi oluyorum, baklavanin neyden yapildigini saniyor merak ediyorum.

Sonra Ali geliyor aklima, ben 6 yasindayim o 9, karsi apartmanda oturuyor, bos arsada abimler falan her zaman beraber oynuyoruz. Burak apartmanindayiz.. bir gun kapi caliyor. Ali trafik kazasinda ölmüs, helva dagitiyorlarmis. Lavas gibi bi sey de var yaninda. Ali’nin öldügünü anliyorum ama bir daha oynayamayacagimizi anlamiyorum cunku ölmek ne demek bilmiyorum. Bir yaz gunu… annemi hatirliyorum, oturup kaliyor. Ben un helvasini yiyorum, tadi damagimda kaliyor…

16 Ocak 2011 Pazar

Ne guzel mutluydum ama Hakan bebegi hatirladim huzun basti! Hakan bebek affet beni!

3-2-1 kayit:

Dur dur, baska giris bulayim, cunku birden kayit mayit deyince kalp atislarim hizlandi, hatta yazma hizim dahi artti. Hic giris cumlesi yazmasam, sanki hic ayrilmamisiz gibi davransam? “aa bak bi de aklima ne geldi” diye baslasam bir dahaki yazilarima.. ben zaten cok cana yakin bir insan degilimdir, hatta soguk’umdur. Universitede bir arkadasin arkadasi vardi, bana haber gondermisti : “kisa metrajli film cekicez, film icin buzdolabina ihtiyacimiz var oynar mi”diye! Beyaz perde kariyerim icin iyi bir baslangic olabilirdi, ama ustun oyunculuk yetenegimle filmin konusunun onune gecmek istemedim. Hakkaten bu yetenegimi kucumseme, ortaokul lise yillari boyunca sahne tozu yutmuslugum vardir, basrol olarak “Ayse kadin” olmuslugum ve iki oglumu kurtulus savasinda sehit vermisligim, Dimitri adindaki yunan askeri tarafindan hirpalanmisligim ama gururlu kisiligimden taviz vermemisligim de vardir! Hey gidi gunler! Giden geri gelmiyor.. neyse kutuphanede, elimden kayip giden gencligime aglamadan soguk karakterime donus yapayim. Dedigim gibi genelde soguktur karakterim, misal, cogu tanidigim kisiye bir selami bile esirgemisligim vardir. Ama tabi bazi canlarim da var ki onlari kendimden farkli gormemem hasebiyle sicagin da sicagiyimdir onlara karsi, candan kucaklarim hepsini, falan. Neyse yaaa, hep ben anlattim kendimi biraz da sen anlat.

Asil sunu yazmaya gelmistim: uzerimde anlam veremedigim bir rahatlama var: hic derdim tasam yokmus gibi, uzerimdeki sorumluluklarin altinda ezilmiyormusum gibi, herbir seyim dort dortlukmus gibi, taaa ne zaman yapmis olmam gereken analizleri coktan yapmisim gibi, gecen Cuma kaybettigim cuzdanimi bulmusum gibi, cuzdanimdaki kimlikleri bulan kotu kalpli insanin kimligimle neler yapabilecegi hakkinda binbir senaryo yazmamisim gibi, bu mayista mezun olacakmisim gibi, tum cocuklarini evlendirmis torun seven 60 yasindaki guler ve nur yuzlu teyzeymisim gibi, cocukluguma geri gidebiliyormusum gibi, Leyla adindaki Barbie bebegimin sacini kokten hic kesmemisim gibi, iftar sofrasinda corbam onumde oturuyormusum gibi, mutfaktan iceri gunes giriyormus da annem de bana kahvalti hazirliyormus gibi, ucaktaymisim da Istanbul icin alcalmaya baslamisiz gibi, mandalina soymus da isaret parmaklarima mandalinalari gecirip nasrettin hocacilik(?) oynuyormusum gibi, ikindi ezani okunacakmis da ben de disari oynamaya cikabilecekmisim gibi, sevdigim insanlarin benden once olmeyeceklerinden eminmisim gibi… evet aynen boyle bir rahatlama var bende.

Cocuklugum deyince aklima geldi: benim Hakan diye bir bebegim vardi, adini kim koydu bilmiyorum ama benim koymadigim kesin. Neyse, kirmizi tulumu vardi, yatinca mavi gozleri kapanirdi, keldi ama kapsonu vardi. Neyse, en cok onu severdim oyuncaklarim icinden. Bir gun Burak apartmaninda yine oyun oynuyoruz kardesler grubu, oyun icabi Hakan bebek trafik kazasi gecirdi, inandirici olsun diye yuzunu kirmizi tukenmez kalemle boyadim, kendi ellerimle, dun gibi aklimda! Yikarim gecer diye dusunmustum boyarken, oyun bitti, yikadim, gecmedi. Agladim, anneme yikattim, gecmedi. Gecmedikce agladim, agladikca agladim. Hep yarali kaldi Hakan bebek, hep kendimi sucladim…

4 Ocak 2011 Salı

2005 yilina donmek mumkun degilken, anlamli cumleler bekleme benden*

Bazi cipslerin corap gibi koktugunun farkindasin di mi? Insan kendi yerken fark etmiyor da, benden soylemesi.

Nasilsin? Beni sorarsan kendimi her gecen gun daha da iki yuzlu hissetmekteyim. Bak mesela, gecen yaziyi yazali henuz bir hafta bile olmamisken neselenebiliyorum. Bilmem belki de icimde firtinalar koptugu icin (sadece kazayla ilgili degil, karakterimden gelen firtinalar) “ayyyy cook mutluyum” diye kendi gozume sokmaya calisiyorum. Sevgili Doktor Canim, burda mikrofonu sana uzatiyorum, ablanin bu ruh hali bir hastalik midir? Kendi kendinden korkmaya basladi da. Hem zaten canin ablanin kafasinda karincalanmalar yasaniyor (bildigin fiziksel), hem herkes surekli bugunlerde canindan ote ablani ruyalarinda goruyor, ben de her canli gibi olumu tadacak miyim? evhamlidir ablacigin bilirsin.

Nankor oldugumu da bilir misin? Ben bilirim.. Onca nimetin icinde “benim olmayan” bi seye taktim mi takarim. Kurtulamam. Oysa O’na kul olmak en buyuk nimetken gerisi teferruat degil midir?” Neden ben boyleyim, neden?” diye sorup dursam bana 6 yasindaki cocuk muamelesi yapar misin? 6 yasindaki cocuk demisken, gecen gun 4 yasindaki bir cocuk seker yiyordu, bildigin topitop tarzi bi sey. Hic utanmadan elin subyanlarinin sekerlerine cikolatalarina goz diken bi yapim oldugu icin, “hani benim sekerim?” dedim, yavrucak bi tane de bana vermek zorunda kaldi. Neyse, derken fark ettim ki, ben topitop yerken resmen hirs yapiyorum! Malum sekil itibariyle agiz icin cok da ergonomik degil o sekerler, agzimin seklini alsin diye hirsla emerken buldum kendimi! En sonunda kirmak suretiyle bitirdim sekeri de rahatladim.

Bir de hayatimda aydinlanmalar yasamaktayim. Bilirsiniz “musibete sabir” gerek. Yaptigim doktorayi ve tez konumu “musibet” olarak tanimladigimdan beri bende bir rahatlik soz konusu. Artik ahlanip vahlanmiyorum, sabir gosteriyorum. Calistigim her bir dakikada sevap kazaniyorum diye dusunup gaza geliyorum. Hayat artik benim icin daha kolay.
*anlamli cumleler bekleme demistim!