27 Aralık 2009 Pazar

Dusunceli marti

Far far away'in bulundugu kara parcasinin en dogusunda gecirilen huzurlu gunlerin ardindan eski tas eski hamam hayata devam modundayim. Her sey guzeldi tabi ki.. ama burda yazmak istedigim, gencken ayni odayi paylastigim, hatta sabahladigim, cok iyi anlastigim (hem prensipte hem geyikte) bir canimi oralarda bulmam, gormem, yetmese de konusmamiz, eskiyi yad etmemiz, eski hallere gulmemiz, beraber eskiyi ozlememiz.. onu ne cok ozledigimi fark etmem..
3-4 yil sonra, izin olursa, bugunleri kiminle anip kimi ozledigimi fark edecegim acaba?

19 Aralık 2009 Cumartesi

gec gelen kar

Dun aksam gec sayilan bir vakitte eve girerken belli belirsiz atistiran kar, sabah sabah perdelerin acilmasiyla beni cok mutlu etti:) Daha once de yagdi ama hicbirinde tutmamisti, bu sefer tutmus:)) blogumun degil ama benim fan'im(:) ) olan esim uyudugu icin sevincimi sizlerle paylasayim dedim:)
Kucukken de yasadigim sehre cok kar yagardi, okullar surekli tatil olurdu. Yine karla kalkilan bir sabahta, okula hemen gidilmemis pencereden ters istikamete giden ogrenci gozlenmis, bulunan ilk kisiye de taninmadigi halde heyecanla neden ters istikamette gittigi sorulmus, "tatil oldu, okuldan geri gonderdiler" cumlesiyle de cocuk kalbe sevinc dolmustu.. Iste oyle bi sevinc var bugun gonlumde:)

18 Aralık 2009 Cuma

sevgili hocam...

"donem bitti, hadi kutlayalim" temali ismarlanan ogle yemeginin ardindan danisman hocamin bana ogrettiklerini bir kez daha dusunup minnet duygulariyla doldum kendisine.. Ders anlaminda bana cok bi sey katmadigini soylemek vefasizlik olacagi icin her ne kadar bana o anlamda bi sey katmamis olsa da soylemeyecegim bunu. Ote yandan, kultur olarak birbirimizden far far away olmamiza ragmen, her seyin ders olmadigi su hayatta bana coook daha onemli dusturlar katti ..
En degerlisi, muhataba husnu zan beslemeyi ogretti (Bunu ondan ogrenmemeliydim belki ama yasayan ornek..). Yani karsindaki insanin yalan atma ihtimalini "sifir" olarak gormek gerektigini. Her seye supheyle yaklasan biri olarak bunu hayatima tam sokamamis olsam da yapan birilerini yanı basimda bizzat gormek beni kendimi sorgulamaya, bana karsi davranislari karsisinda vicdan azabindan ezilmeme neden oluyor. Gecistirdigim her bir toplantida tembelligimi yuzume vurmamasiyla daha cok uzulup daha cok calisma kararlari aliyorum. Uygulamiyorum ama bir gun olacak inaniyorum.
Ah keske Turkce biliyor olsaydin da okusaydin su satirlari, yuzune soylemek yalakalik olacak ondan burayla sınırlı kalicam ama sizi cok seviyorum sevgili danismanim. Dış mihraklara karsi beni her koruyusunuz, alakam olmayan konularda dahi beni konusmanin icine cekmeye calismaniz, benim kariyerim icin ugrasmaniz, bana deger vermeniz, uzuntulerimi anlamaniz, bana zaman vermeniz (ki bu zaman = bir somestir dahi olabiliyor), yani her firsatta iyilik yapmaniz size olan sevgimi arttiriyor gun be gun..
Bak bugun yine artti:)

16 Aralık 2009 Çarşamba

"yerine getirilmeyen sozler" olsun hadi baslik da

Aslinda bugunku planim okuldan sonra eve gelip bi guzel calismakti, hatta bu yuzden bilgisayarimi bile kapatmadim nasilsa hemen acacagim diye. Ama yemek hazirla, salata yap, makinayi bosalt, bulasiklari hallet yerlestir, bi de uzerine yarin aksama yenmek uzere yemek yap*, ihlamur kaynat, cay yap, ve bunlari yaparken hiiiiic oturma derken sirt agrim geldi, ders calisma azim ve sevkim gitti. Yani uzun lafin kisasi sayisi bir elimin 3 parmagini gecmeyen sevgili fanlarim (!) aslinda ben ozumde cok caliskan bir ogrenciyim ama dogarken bayan olarak dogmak beni yer yer caliskan yer yer(ama sadece yer yer) titiz ve cogu zaman da fedakar ve ozverili (:) ) bir ev hanimina donusturdu!
*Yemek demisken oyle etli butlusundan degil, en ozleneninden yaptim yani mercimek corbasi! Nasil yaptigimi cok mu merak ettiniz:)) [(ki bu fanlarimindan biri abim: hayatta yemek yapmaz, oburu kardesim: yapar ama mutfagi yok, yapamaz, bir digeri de karincam: uzak diyarlara alismaya calisiyor su gunlerde, mesgul) (burda hemen bir parantez daha aciyorum, dikkat ettiyseniz kendisi icin sacimi supurge ettigim, hicbir fedakarliktan kacinmadigim kisi dahi fan'im degil, ama o da canim, sizler gibi) (bi parantez daha acip kendimi ovesim geldi bu anadolu kadinivari sozlerimden oturu ama yazinin basi sonu kacmasin)] "eveeeeet" seslerinizi duyamasam da bunun uzakliktan ve azliktan geldigini varsayip paylasayim tarifimsimi sizle:) duduklu tencere ocaga konur, alti en ustte yakilir, once siviyag (birazcik) sonra 1-2 kasik salca eklenir. 1 bardak kirmizi mercimek ve bir kasik tepeleme un konur. Bir de minicik bir patates minicik minicik dogranir ve eklenir. Biraz kavrulup icine 7 bardak su eklenir. Sonracigima tuz, kirmizi biber, kara biber ve nane... kaynayinca duduklunun kapagi kapatilip "fis" sesinin cikmasi beklenir, beklenenin gelmesiyle beraber (ki ne buyuk mutluluktur, bekleyenler bilir) ocak orta ayara saatler de 15 dakikaya ayarlanir. 15 dakika sonra duduklunun alti kapatilir ama kapagi hemen acilmaya kalkisilmaz, yoksa yanilir, biraz kendine gelmesi icin zaman verilir. Keyfiniz olunca ama mutlaka yemeden once mikserden gecirilir, cok harika cok kivamli bir corba elde edilir:)

13 Aralık 2009 Pazar

Mukemmel ikili: kış ve Pazar

Pazar gunlerini pek sevmem aslinda ama pazar sabahlarini, hele bi de kis mevsimindeyse bana cocuklugumu hatirlattigi icin severim. Oyle ozel bir sey yok aslinda, ama disarisi soguksa, evin ici sicaksa, bir yandan camasirlar yikaniyorsa, icime anlamlandiramadigim bir huzur doluyor.
Yine yillar yillar evvel (evet yaşlandim!) Burak apartmani gunleri yasaniyor, annem banyoda camasir yikamakta. Merdaneli makina banyonun ortasina cekilmis, kazan yanmis, annemin kollar bacaklar sivanmis.. sadece bu kadari aklimda, cunku ne zaman iceriye dalacak olsam annem beni banyodan uzaklastirirdi. Zaten biz kardesler cocuk odasina coktan kurmusuzdur duzeni, halimizden memnun. Tabii camasir bitince cocuklarin yikanma seansi baslar, havluyla sac kurutma islemiyle devam eder.
Su an cok da farkli degil camasir yikama durumu (Tabi bu sefer yikayan benim). Kazan yakilmiyor ama merdaneliye benzeyen camasir makinasi banyonun ortasina cekiliyor, su musluktan aldirilip gideri de kuvete gonderiliyor. Halimize sukredelim, onceki evde apartmanin camasirhanesini kullanma durumunda kaliyorduk ki akillara zarar! Gerci simdi de "su disari cikti mi?" paranoyasi yasanmakta ve bundan oturu annem kadar olmasa da yarisi kadar yoruldugumu dusunmekteyim.
Ama dedigim gibi severim pazar sabahlarini, hele bi de kışsa, hele bi de hediye gelen ortasi delik kek kalibiyla kek yapilmis, onun da sekli "kalp" olarak cikmissa:) Bu Pazar gunum ev islerine, bu kalpli kek dilimi de tatliyi cok seven birine armagan olsun:)

9 Aralık 2009 Çarşamba

Kendindeki kaz'i tavuk bile zannedemeyen

sahip olduklarimi dusunuyorum.. uygun sozcuk "sahip olmak" degil aslinda, biliyorum. Alnim hep secdede yasasam bunlarin sukrunu yerine getiremeyecegim geliyor aklima, eziliyorum. Cok sevdigim birinin "insan her nefesinde iki kere sukretmeli, biri alirken biri verirken" sozlerini hatirliyorum. Sonra donup kendime bakiyorum, illa sakat oldugu icin cok zor yuruyen birini ya da gozleri gormeyen birini gorunce mi hatirlamaliyim diye kendi kendime kiziyorum. Bana verilenleri tekrar ve tekrar dusunuyorum, ve tekrar ve tekrar eziliyorum. Basta "O" var, sonra "o", sonra "onlar"... Bi de bir kucucuk tavsancik var, kirlarda kosup kosup oynar, uykuya dalar...
(En sonu bi "o" (ki en buyuk lutuflardandir), bi de "ben" (ki en buyuk nankorlerdendir) icin yazildi, yoksa sagligim yerinde!)

8 Aralık 2009 Salı

keske gece gece yenen tatli kilo aldirmasa di mi?

Tamam, onca guzel yemek blogu var dedik ama benim de az zamanda cok is yapabilme kabiliyetimi bir kenara atmamak gerek:) Simdi, yarim saatte, bir rulo pasta keki (pismis, katlanmis hem de:) ) bi de brokoli salatasi yapabiliyorsam bir aferini hak etmeliyim di mi?:) Rulo pasta demisken, pazar gunu gelen misafirlere yaptim ilk denememi, ve sonuc 6 yasindaki yumusacik bir cocugun uzulerek yaptigi "anneminki daha guzel oluyor, boyle yumusak yumusak" yorumu oldu:) Oncesinde "bunu misafirlere ikram edecek misin?" uyarisini almistim ama onu "hepsini yeme, baskasina vermeme plani" olarak algilamisti saf kafam (ya da kendine asiri guvenen bunyem). Geriye kaldi mi bi dilimcik bile, yok! Tabi bunda herkesin tabagina bir dilim almasi ve bitirmek zorunda kalmalarinin etkisi de buyuk:) Velhasili kelam yilmadim, gurese doymadim, aksam aksam usenmedim, tekrarladim. Hem de, bu sefer icine kabartma tozu atarak! sonraaaa, firindan cikar cikmaz sutle islayarak! Bi de uzerine nemli bez orterek! ve deee rulonun uzerine gidip gelip bastirmayarak:) ve iste karsimda "yumusak yumusak" rulo pasta:) Adı da "kismet" pastasi! Yani bir gun evime gelir de yerseniz, neresi yumusak bunun derseniz, diyecegim ki "kismet, size de bu dustu":) Nefsimi temize cikarmada ustume yoktur! Tabi kremasini merak edenlere not duseyim, kolaycilikta da ustume yoktur, en hazirini hic cekinmeden kullanirim:) Bu arada bir yandan kaloriferin uzerine konan tereyagin erimesini beklerken bir yandan da sutlu Turk kahvemi yudumlarim, bir yazimi daha boylece sonlandiririm.

1 saat sonra: asiri yumusakliktan rulo birbirine yapismis, acilirken yirtildi! Adı hala "kismet" pastasi. Benim kismetime de rulo yerine 3 katlisi dustu. Gece gece yemek zorunda kalan gurmem cok begendi:) 10 uzerinden 10 verdi, tam o'nlukmus, oyle dedi:)

7 Aralık 2009 Pazartesi

Uzun zamandan sonra "kalan" olmak

Bu persembeye kadar cok da anlamamistim aslinda, ama sizin eve gidince, zaman gectigi halde sen gelmeyince sessizlestim. Bir daha gec kalamayacagini, oturup plan yapamayacagimizi, dertlesemeyecegimizi, beni evden-okuldan alamayacagini, beraber kahve icemeyecegimizi, program yapamayacagimizi idrak etmek huzun verdi.
Ikimiz icin de hayat devam ederken, hala senin arabana biniyor olmak (ve temiz oldugunu gormek), ve hala senin evine gidiyor olmak (ve temiz oldugunu gormek) aslinda yoklugunu daha cok hissettiriyor. Cantamda sen Far far Away'den ayrilirken yiyesin diye alinan ama verilemeyen Dove cikolata, yenilikleri kabulleniyorum. Hicbir sey, hic kimse yerini dolduramayacak biliyorum, doldurmak da istemiyorum.

27 Kasım 2009 Cuma

karla gelen BAYRAM

Far far away'e yilin ilk kari telasli telasli yagarken, insanlarda da bir telas-hareketlilik vardi. Kimisi Black Friday telasi yasarken kimisi de bayram telasi-heyecani-sevinci yasamaktaydi. Disari adim atincaya kadar pencereden bakma zahmetinde bulunmayan ben'in, disariya atilan ilk adimla beraber gozleri bir japondan beklenmeyecek kadar ve agzi da bir hanimefendiden beklenmeyecek kadar acildi. Cok surmedi, saskinlik yerini sevince birakti. (-20 C derecelere alisik olan bu yerde neden boylesine sevindim bilmem, belki beyazdan, belki bayramdan..). Ardindan da cok sevdigim birinin evinde, cok sevdigim insanlarla ayni masada, ve cok ozleyecegim bir insanin yaninda edilen kahvaltiyla bayrama giris yapildi. Aksama toplu bayramlasma'da gorusmek uzere ayrilindi. (bininci tekil sahis, far far away'den bildiriyor!).

"Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kesiver" (Kevser Suresi, 2. ayet). Kurbanlariniz kabul edilsin ve yerlerine ulassin diyelim ve bayraminizi kutlayip buyuklerin ellerinden kucuklerin gozlerinden opelim:)

23 Kasım 2009 Pazartesi

Hayat sevince guzel:)

Ana kutuphanenin Forbes'a bakan pencerelerinden birinin yani basinda, icilmesiyle beraber agzi yapis yapis eden asiri sekerli cappuccinom masamda, far far away'in eeen yuksek ve nerdeyse eeen eski binasi karsimda, okunmasi gereken makaleler elimin altinda, organizasyon isleriyle mesgul olmaktayim. Onumuz sukran gunu (bir sonrasi da bayram), dostlar meclisi toplansin, yenilsin icilsin eglenilsin, uzak diyarlarda yakin iliskilere girilsin. Burda birbirimizin annesi babasi kardesi olalim, su an pencereye vurmasa da vurdugu hayal edilen yagmur gibi uhuvvetimiz-sevgimiz arttikca artsin..
Far far away'de el ele tutusmus "butun dunya buna inansa, bir inansa" diye sarki soyleyip bir o tarafa bir bu tarafa yurumek suretiyle dans eden bir grup insan gorurseniz sasirmayin:)

19 Kasım 2009 Perşembe

Alakasiz sarkiya alakasiz resim

2 saat 15 dakika sonra bir toplantim var ama benim dilime dolanan bir sarki yuzunden (ki bu sarkiyi ogreneli de bir iki ay oluyor, sag olsun cok sevdigim bir canim, bilgisayarima yukeyip gitmis!) iki sayfa sey yazamadim, yok konsantre olamiyorum! Hoca bana kizacak o zaman konsantre olabilcem sanirim!! Ama ama o zaman da kalbim kirilmis olacak:(( zaten narinim, neyse yazayim da sizin de dilinize dolansin:)

Öyle kırık dökük bir başıma
Karar verdim bugün seni unutmaya
Bilirsin kalandır terkeden aslındaaaaaaaa
Ne anılar, ne acılar
Bıraktım ardımda ne kırgın sabahlar
Unutmam affetsem de sende yaram var

yani bi de ne alakaysa...! Dile dolanma demisken bi de gecenin 3unde uyanmis falan kalp kalbe karsi olan bi sarki vardi onu da yeni duymus ve duyar duymaz dilime dolamistim. Hadi alakasiz basladim alakasiz bitireyim, benim canim kardesim OSSye girmeden evvel bir hafta mi bir ay mi ne, evde kimseye ezgili bi sey soyletmezdi sinavda diline dolanir diye:)

16 Kasım 2009 Pazartesi

bu aksama ozel

Kaç yıl oldu saymadım köyden göçeli
Mevsimler geldi geçti görüşmeyeli
Hiç haber göndermedin o günden beri
Yoksa bana küstün mü unuttun mu beni
Dün yine seni andım gözlerim doldu
O tatlı günlerimiz bir anı oldu
Ayrılık geldi başa katlanmak gerek
Seni (simdiden) çok çok özledim canim benim (B.Manco)

ve gecen yazdan bir resim (Far far away'de beraberken)...

ceza çeken ayaklar, sırt, zaman

Her sey goz randevumdan sonra "lensle beraber hadi bi de gozluk alayim" fikrinin beynimde yanip sonmesiyle basladi. Lensle ilgili bilgi veren yasli kadin tuhaf gecislerin oldugu baska bir binanin 11. katindaki gozluk merkezini nasil bulacagimi gayet net anlatti. Rahatca bulunun gozluk merkezinden kendi binama en kisa surede ve en sicak sekilde ulasabilmek icin Falk kutuphanesinin bizim binaya cikan kapisini kullanmaya karar verirken buyuk bir hata yaptigimin farkinda degildim. Falk'a gidebilmek icin ara bir varis noktasi belirledim, oklari takip ettim, herbir ok beni bilmedigim yerlere goturdu, tuhaf kapilardan gecip kendimi bina ici insaat alanin icinde buldum! Ayni yerden bir kac kez gectigimi fark eden bir yardimsever yardim etme talebiyle basvurdu, bir tanigidigi gormuscesine sevindikten sonra adama bizim binaya cikan "shortest path"i sordum. Adam anlatti ben minnettar bi sekilde ilerledim. Fakat yonlendirmeye yorum kattigim icin bambaska bir yerde buldum kendimi. Geldigim yerden cikmamak icin inat ettim, ve dere tepe duz gittikten sonra Falk binasina ulastim. Asansorun yanindaki bilgilendirici amcaya kutuphanenin katini sordum. O anda yanimda beliren doktor amca uzuntulu gozlerle Falk kutuphanesinin Falk binasinda olmadigini yani yanlis yerde oldugumu, onca yolu bosuna yurudugum icin cok uzgun oldugunu soyleyip beni gerisin geri yolladi. Gozluk merkezinden cikali 25 dakika olmustu, ben sirtimda canta kan ter icinde ne zamandir spor yapmadigimi dusunerek teselli oluyordum. Denilen yere geldim, ama emin olamadim, o ara gozume kestirdigim birine kutuphaneyi sordum, bi tarif de ondan alip 4-5 dakika gittikten sonra kutuphane kapisina vardim, sanki atayurdun topragini gormuscesine sevindim:) yerleri opesim geldi:) Ve en kisa yolun bilinen yol olduguna onca literaturun bosuna yazilip onca arastirmanin bosuna yapildigina karar verdim!?:)

15 Kasım 2009 Pazar

hata olustu (error! error! error!)

Az kopuklu kahvem elimde haftasonlarinin ne cabuk gectigini dusunuyorum. Sonra, sadece haftasonlarinin degil aslinda haftaiclerinin de cabuk gecisi karsisinda ufluyorum. Zaman geciyor ve elle tutulur hicbir icraat, kendimde hicbir gelisme goremiyorum. Oysa gercekten ucuk cikaracak kadar cok yoruluyor ve cok yogun gunler geciriyorum. Geceleri, gunduz kafam uykusuzluktan dusecek kadar ve sabahlari kahvesiz ayilamayacak kadar az uyuyorum. (Bi de 2 ayda 6 kilo alacak kadar cok yiyorum, ama onun konuyla alakasi yok!) .. Cozum uretmeye calisiyorum, ozellikle okulda bitirmem gereken isi bitirmeyip surekli bi kac siteyi tikladigimi fark ediyorum. Yani her bir yeni konuya, sayfaya gecerken gmailden baslayip muptelasi oldugum sitelere girdigimi fark ediyorum, surekli. Onlara da mi "yasak" koysam diye dusunuyorum. Sonra, asil olayi kafamda bitirmem gerektigini dusunuyorum. Dusunceden irak etmek gozden irak etmeyi, gozden irak etmek dusunceden daha rahat irak etmeyi getirecek biliyorum. Bunlar hep birbirini destekleyecek, ama bu loop sonsuza donmeyecek, n= kac bilinmez ama bir zaman gelecek, parantezden cikilacak, ve bu istekler hayattan irak edilmis olacak...

11 Kasım 2009 Çarşamba

Far Far Away'de bir aksam daha yasanmakta

Fonda hafif bir muzik akla takilmayan, uzaktan kahveci kizin musteriyle muhabbeti, tum masalari doldurmus laptoplu insanlar, icerdeki kahve kokusuna alismis burunlar, kapinin acilip kapanmasiyla iceriye dolan hafif serinlik, laptopumun yaninda sogumaya yuz tutmus kahve, hic motivasyonu ve boylece calisasi da olmayan ama calismak zorunda olan ben, guzel bir kasim aksami sanki haftasonuymus gibi gelen, ve hayaller...

10 Kasım 2009 Salı

yazmis olmak icin yazmak

Sevgili blogumun kesinlikle bir yemek blogu olmadigini savunmakta idim fakat bugunlerde kucuk dunyamda yemek yapmaktan baska bir aktivite yok [yani yazilabilecek olanlarindan, yoksaaaa cok yogun gunler gecirmekteyim -bknz. biryani (!), Hint stili kina gecesi, mahkeme stili dugun:)- ] Gecen Pazar gunu de cok sevdigim bir arkadasim ve esi bize yemege geldiler ben de onlara cooooooooook sahane bi yemek yaptim [ :) ] ama iste burasi tarif blogu olmadigi icin yazamicam nasil yapildigini.. oyle seyler yazinca benim entellektuel kardesim yorum yazmiyor, onun yorum yazmasi icin illa gecmisten dem vurmak gerekiyor. Dur hemen gecmise yolculuk yapayim: ben 4 yasindayim, kardesim de 1 yasinda. Annem ne cesaret bilinmez [caresizlik de denebilir, ya da bana asiri guvenmesi, bendeki olgunluk halini sezmesi, vb :) ] kardesimi bana emanet ediyor ve okula gidiyor [her gun.. en fazla bir saatmistir ama yalniz kaldigimizi hatirliyorum]. Iste ben kucuk anne, obeziteye yaklasmis kardesimi ayagimda salliyorum, ve kardesim bacagima sigmadigi icin bacaklari yanlardan disari cikiyor [tasiyor:) ]… sandalyeye cikip bulasik yikadigimi da hatirliyorum ama yazmicam onu cunku cocukken daha olgunmusum da, yillar gectikce kuculuyormusum gibi hislere kapiliyorum sonra!

5 Kasım 2009 Perşembe

çalışkan bir akşamdan bloga düşen notlar*

Bir tarifimsi daha! Ama bu tarifimsiyi yapabilmenin ön kosulu caninizin cok fena pirasa cekmis olmasi ama son 5 aksamdir eve cok gec geldiginiz icin bi turlu yapamamis olmaniz. Ve iste 6. gunun aksami okuldan donunce ozene bezene aldiginiz kol kalinligindaki pirasalari pisirme azmi ve istegi duymalisiniz. Atayurttan getirdiginiz tamamen orjinal zeytinyaginin icine iki tane minik sogani kesmelisiniz, kavurmalisiniz kavurmalisiniz, sonra salca atmadan dilimlenen pirasalari ve havuclari icine atmalisiniz, yaklasik 10 dakika daha kavurmalisiniz. Sonra bir bardak pirinc (ki boylece yemek pirasali pilava donmeli!) bir kasik salca ve 2.5 bardak kaynamis su eklemelisiniz, sonra tuzdur, kirmizi biberdir, karabiberdir sanatci kimliginizi gosterecek ne varsa eklemelisiniz, ve ocak ayarini 3’e, saat ayarini da 20 dakikaya ayarlamalisiniz. O 20 dakikada da bos durmamalisiniz, bulasiklara girismelisiniz, makinaniz da size yardim etmeli tabi:) o arada zaten hep ihmal ediyor oldugunuz kurtariciniz eve gelmeli, onun icin sofra hazirlamali bir de guzel salata yapmali, gunah cikarmalisiniz:) yemekten sonra da durmamali, taze patlicanli, ki o patlican da tombulca bir bebek bacagi kalinliginda olmali benzetmek gibi olmasin, kiyma-kofte’li patatesli yemek yapmalisiniz. Sonra kendinizi alamamali banyoyu temizlemelisiniz. Sonra cosmus halinizle bi de evi supureyim demelisiniz, tam sazi elinize aldiginizda kurtariciniz gelmeli “ben yaparim” demeli. “Yok yok ben yaparim” demelisiniz. “Yok yok ben yaparim, sen git dinlen” demeli, “iyi” deyip gitmelisiniz. Sonra kurbanla ilgili bir video izlemelisiniz, iciniz yanmali, kara kitaya ulasmak uzere yollara dusesiniz gelmeli..

3 Kasım 2009 Salı

kaç yıl geçti aradan ayrı ayrı

Dogumgunu pastasinin uzerine iki tane mum dikilmis, (yanina da iki bardak sut konmus!) biri dunyanin en tatli-yakışıklısı digeri de dunyanin en tatli-guzeli icin.. ikisi de kutlamadan habersiz. Tatli-yakışıklı uzun uzun incelemistir mumlari, anlam vermeye calismistir gozlerini kirpmadan. Tatli-guzel de parlak bi sey gordu ya sevincten ciglik atmistir “uuu uuu” diye, gulumsemistir sonra gevrek gevrek :) ya da bilmem artik bir yasina girdi kocaman kiz oldu ya, hanimligini takinmistir.. ya da bilmem noldu.. ben yine yoktum..
Onlar buyuyecekler (Allah kismet ederse) ben dogumlarini goremedigim gibi ilk adim atislarini, ilk konusmalarini da goremeyecegim, resimlerle avunacagim, msn’de saat tutturmaya calisacagim. Ve bir gun beni karsilarinda gorduklerinde amcalarina gosterdikleri yakinligi gostermeyeceklerini bilecegim, ama ebedi beraberligi tercih edecegim ve sabredecegim (ins).

GUNUN ANLAM VE ONEMINI BELIRTEN NOT: her ne kadar ozledigim insan sayisini arttirmis da olsaniz, iyi ki dogdunuz! yoksa nasil hala olurdum ben, sabah aksam kimin videolarini deli gibi izlerdim:)

28 Ekim 2009 Çarşamba

yerle bir

Yogun bir gunun ortasinda, dogumgunu kutlamasi icin aranan prensese sen sakrak sorulan “organizasyon var mi?” sorusuna alinan “ben cok hastayim teyze” cevabi birden dunyayi durdurur. Tam o arada hat kesilir, korkuyla tekrar aranilir. Prenses sogukkanlilikla iki gun once yasadiklarini anlatir. “simdi nasilsin?” dencek olur ama bogaz dugumlenmistir bir kere. Far far away’de olmanin en zor duygularindan biriyle karsi karsiya kalinmistir. Aslinda yaninda olunsa da elden bi sey gelmeyecegi bilinir, yanindakiler de caresiz MR/test sonuclarini beklemektedir. Sanirim insan uzakta olunca daha bi duygusallasiyor, saclarini oksayarak “bak ben yanindayim” diyememek daha bi yakiyor…

27 Ekim 2009 Salı

eşikten

Ve de ki: Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! (Mü’minûn suresi 97. ayet)

25 Ekim 2009 Pazar

Oylesine, amacsiz, beklentisiz...

Herhalde bu resim 20 yil once cekilmis olsaydi cok daha kiymetli olurdu, fotograf makinasinin herkeste olmadigi, ikinci bir sans olmayacagi icin gozleri kirpmamaya cok daha dikkat edilen, ve resimde nasil cikildigi ogrenilmek icin 36lik pozun bitmesi beklenen yillarda (Bilmem, belki de bu resim 20 yil sonra, far far away’in sonbaharini anlattigi icin de kiymetli olur).

Gozumun onunde tam 20 yil once cekilmis bir fotograf, sol bastan: babam, kucuk kardesim ve ben. Babamin uzerinde annemin daha nisanli olduklari bir vakitte ordugu badem desenli gri hirka (ki o hirka hala var) kardesimde ve bende de esofman: boyle bildiginiz iki parca, kollari, pacalari lastikti olanlardan. Kardesiminki sari, benimki pembe. Aslinda o gun kardesimin dogum gunu ama hepimize hediye olarak esofman aliniyor, Sumerbanktan! Abiminki de mavi, ama abim yok o fotografta, cunku abim oturma odasinda gorevimiz tehlike izliyor, ve babamin “hadi” cagrisina kulak asmiyor. Aslinda ben de izliyorum, ama salondan babamin “hadi son bir resim cektirelim” sesini duyunca once filmi biraksam mi birakmasam mi diye tereddut yasiyorum, sonra da neden bilinmez, bir gayret gidiyorum ve koltuga oturuyorum, ayaklarim yere degemiyor. Saclarim tepeden bir tane baglanmis, parmaklarim ic ice gecmis poz veriyorum. O gun henuz okula bile gitmeyen ben, nefsime yenilmeyip o fotografta rol aldigim icin, o gunden 20 yil sonra oturdugu her koltukta rahatca ayaklari yere degen ve hala okula giden ben’i bu denli mutlu edecegimi bilmiyorum.

21 Ekim 2009 Çarşamba

Bir tarifimsiyi daha sizlerle paylasmaktan onur duyar!

Gece 12ye dogru eve gelindikten sonra, en caliskan ve tutusmus halde “run”a basilip islemin tamamlanmasi icin gereken en az bir saatte yapilacak en faydali isin hasta ve agrili ve hatta sumuklu hale bakilmadan yemek yapmak olduguna karar verilir. Buzluk acilir, tavuk butlari almaya yeltenilirken onceki gun aksam tika basa doldurulan etlerin henuz donmadigi fark edilir, kac gram oldugu bilinmeyen, bilinmek icin de ugrasilmayan kusbasi et tencereye konur , ocak ayari en sicaga, buzluk ayari en soguga getirilir. Tencereye biraz sivi yag eklenir, soyle bi karistirilir, ve sularini tamamen salip sonra tekrar susuz kalincaya kadar etler en sicak ayarda pisirilir. Bu arada e-mailler kontrol edilir, gecenin bi vakti hasta bir baska canin ilim irfan ogrenmek/ogretmek ugruna yaptigi girisim takdir edilir, eskilerden bir is bankasi reklami hatira gelir, baska bir cana hesap makinasi bulmaya calisilir, ve birden ocaktan gelen yanma sesiyle kalkilir. Onceki iki kusbasi denemesinde etler yakildigi icin tedirgin davranilir, ama bakilir ki asayis berkemaldir, biraz rahatlanir. Atayurttan gelen kuru patlicanlari yumusatmak icin mavi kucuk tencerede su kaynatilir. 2 bardagi suyunu cekmis ete konur ve et icin ocak ayari 3e getirilir. Kalanina da patlicanlar atilir. Sonra, calistirilan program tekrar kontrol edilir, daha cok tutusulur. Bir huzursuzluk vardir fakat bunun “yarinki toplantiya yetistiremeyecegim”den mi yoksa “bu etleri de yakarsam”dan mi kaynaklandigi anlasilmaz, bi etler kontrol edilir bi programa bakilir, ikisi icin de zaman hizlandirilamaz, beklenir. Derken baska bir canin verdigi tofita goze carpar, yillardir yenmedigi dusunulerek agza bi tane atilir. Sonra bir orta boy sogan kesilir, suyu yine ceken ete eklenir, biraz kavurulur. Kuru patlicanin tadinin nasil olacagi kestirilemedigi icin bir tane de patates kesilir, tencereye eklenir. Yumusayan patlicanlar da eklenir. Salca konmadigi akla gelir, darilmasin diye o da eklenir. 2.5 bardak daha kaynamis su, sonra tuz, karabiber, kirmizi biber, kekik, Allah ne verdiyse eklenir. Kapak kapatilir, ocak 3’e, dakikalar 25'e ayarlanir. Program tekrar kontrol edilir, sabir tukenmeye yuz tutmustur ama elden bi seycik gelmez. Sonra o 25 dakika nasil gecer hatirlanmaz, yemegin alti kapatilir, sarimsak tozu eklenir, hasta olundugu icin tadina hic bakilmaz, ama gecenin bir vakti bir tabak dolusu yiyen bir gurmenin [:)] "harika olmus!" ovguleriyle mutlu olunur, bir koca kutu “face tissue” bitirilir, burun kipkirmizi, bir dosttan mail beklenir. Derken bu satirlar yazilmaya baslanir. Sona yaklasilirken program hata verir!! Son ana is birakmanin pismanligi yasanir, hasta hasta hadi bakalim sil bastan olur!
Iyi geceler “bininci tekil sahis”
Iyi geceler “bininci tekil sahis”
Iyi calismalar “bininci tekil sahis” !!!

16 Ekim 2009 Cuma

işte o benim abim!

COCUKLUK DONEMINDE: Herkesin erkek bebek ismi dusundugu aylarda, 2.5 yasinda olmasina ragmen bir ”kiz kardesi” olacagini sezen, legolarinin bir kismini kaybedince ne alakaysa gelip benim topumu kesen, en buyuk zevki objektiflere poz vermeye calisan beni guldurmek olan, ve tabi eger ki ayni karede yer alacaksak arkadan iki kulak yapmak olan, calisma mekanizmasini anlamak icin her turlu oyuncagin icini acan, benim ortaligi velveleye verme becerimden oturu hep suclu bulunan, sabahin nurunda yayinlanan cizgi film seanslarinin yandasi, Burak apartmanindaki cocuk odasi oyunlarinin ve bekirkadi mahallesi sokak oyunlarinin en iyi arkadaslarindan (oburu icin bknz. erkek kardes), kisa olan anasinifi gunlerimde beni okuldan alan, kola sisesini kafaya diken, son kalan yaspasta dilimini kimse yemesin diye yalayan, 20 kisilik sunnet grubunun en buyugu (en kucugu icin bknz. erkek kardes) “XXX” (buraya soy ismimiz geliyor) radyosunun kiz sesli spikeri (ee cocukluk doneminden bahsediyoruz) ve “emineeem eminem, daglarin guzeli” adli sarkiyi soyleyen sanatcisi…

ERGENLIK DONEMINDE: Sahur sonrasi yapilan satranc maclarinin ardindan sehir turu attiran, yine bir kacak surus sirasinda polise beraber yakalandigimiz ama sonunda kabak onun basina patlayan, duvarlara siirler asan, gaz gaz sarkilar dinleyen, odasinda degisik kareografi calismalarinda bulunan (bknz. şark, calisma masasi duruslari), ranzanin alt kat sahibi (ust kat icin bknz. erkek kardes), orman yakmasina ramak kalan, balkonda kacak olarak yaptigi her turlu seyi bana da yaptiran, ha bi de bazen kavgaci, fazlasiyla kiskanc, lise okumasi icin gurbet ellere giderken arkasindan cok aglanan, hatta daha gitmeden hamsi yeme torenlerinde aglatan, okul hayatimda hep 2.el kitap kullanmama vesile olan…

OLGUNLUK DONEMINDE: Yillarin gecmesiyle duskunlugumun daha cok arttigi, degeri her gecen gun daha cok anlasilan, onu gormek ugruna kultur baskentinde (!) uzun mesafeler katettiren, bloguma ilk yorum yazma serefine nail olan (:)), dinsel ogeler barindiran discussionlarin karsi tarafi, far far away'e giden kiz kardesin ardindan kaldirima oturup aglayan, dönüşlerde havaalanindaki karsilayici, tasiyici, barindirici, babami ilk defa bugun baba yapan cicegi burnunda baba, cok ozlenen, cok sevilen, hep en iyinin onun olmasi icin ve hep mutlu olmasi icin cok dua edilen…

12 Ekim 2009 Pazartesi

“Evdeki yalnız üye”

Blogta ciktigim gezinti esnasinda, ki cok kisa surdu, mutfak’ta sadece bir üyenin oldugunu gordum, ve yalnizliktan muzdarip oldugum su gunlerde hem kendi yalnizligima hem onun yalnizligina care olmak adina bu yaziyi yazmaya karar verdim (bknz. gereksiz bilgiler). Neyse, bugunku yontemim (tarif degil desem de kimi kandiricam) pirinc pilavi ve kofte icin (ooooo, cok ilgiiiinc, cok degisiiiik!!). zaten amacimiz ilginclik degil, bildik birileriyle yalnizlik gidermek:) once, bir gece boyunca ates ustunde unutuldugu icin yanmis caydanlik altina su konur, ve bu ikili haftalardir temizlenmeyen ocaga konur (midemiz burda kalkti zaten, vaz mi gecsem bu yazidan?) bu arada ele tek kullanimlik eldivenler gecirilir, kac gram oldugu gerek 2.27 kg sekerle olsun, gerekse 453 gram kuru borulceyle olsun yapilan karsilastirmalara ragmen bir turlu heseplanamayan ama 600 gram oldugu tahmin edilen kiyma derin bir kaba konur (zaten evde de ya duz kap vardir ya da derin kap, ortasi yoktur) sonra uzerine yarim bardak musluk suyu, bir yumurta, 5/8 paket kofte harci konur, ve karistirilir. Bu islem bir dakikadan fazla surmez, hemen istenilen buyukluk ve sekilde kofteler en genis T-fal tavaya yerlestirilir (zaten evde tava da iki tanedir, bu cumlede annem goz yaslarini tutamaz, “vah vah kizimi ben sadece iki tane tavasi olsun diye mi buyuttum” diye icin icin uzulur), eldivenler cikarilir, tava ayni pislikteki ocaga konur, ates 3’e getirilir (ve bu esnada anneme “uzulme annem, tavam iki tane ama ocak ayarim 7 tane” denir, teselli edilir:) ) ve kofteler bir sureligine kendi kaderlerine terk edilir. Yeni alinan mavi ufak Teflon tencereye tereyag konur, sehriye bulunamayan bir gunde “egg noodle” adi altinda satilan eristelerin imdada yetistigi unutulmaz, onlara vefa gosterilir, bu sefer evde sehriye olsa da eristeler tercih edilir ve elle sıkılmak suretiyle parcalanarak erimis yaga katilir. Onlar renk degistirirken 1.5 bardak pirinc yikanir, cosss sesleri esliginde tencereye konur, biraz kavrulur (hatta 1-2 damla limon suyu eklenir, pilav beyaz olsun diye ama ben pilavimin beyaz olmasini asla istemem, herkes “esmer pirincle mi yaptin?” diye sormali benimkine) bu arada “ocakta yine suyu unuttun” diyen teyzelerin telasini gidermek icin ocaktaki su alinir, 3 bardak olculerek tencereye konur. Tad versin diye tuz eklenir (ki ben tuzsuzumdur, soya cekim). Kapak kapatilir, ates ayari 3’e getirlir (yani 7 tane ayar olmasi bi sey degistirmez, zaten bir favori vardir hep o kullanilir) saatler 13 dakikaya ayarlanir ve kofteler ters cevirilir. Pilav pismeye kofteler de piser, bu arada telim calar (disari kapinin zili bozuk oldugu icin gelenler zil calmaz beni arar, gerci hop-hop sirin gibileri asagidan bagirmayi tercih eder:) ) ben asla gidip asagi kapiyi acmam, anahtari atarim, evin kapisini acarim, daha gelenler gorulmeden onlara laf atmaya baslarim, sonra “aman efendim kimler gelmis” demem, cunku zaten biliyor olurum kimlerin gelecegini. Dostlari karsida gorunce mutlu olurum, hatta mutluluktan japona donerim:) ve artik mutfak’taki tek uyenin yalnizligi ebediyen, benim yalnizligim gecici bir süre devre dışıdır!

her insanin bir ismi, her yazinin bir basligi olmali mi?

Ayni anda kac duyguyu yasayabilir insan? Ozlem, yalnizlik (maddeten), korku, endise, pismanlik , hirs, ve benzeri… (bir de, nasilsa kimse okumuyor neden yazip duruyorum dusuncesinden hasil olan duygu hali var ki bunu ifade etmeye lugatimizdan bir kelime uygun gorulemedi!)tabi bir de uzerine icerden bir ses gelmese paranoyasi (ki bu noktada bana aciyip kucak acmaniz gerekmekte). Kafamda bir sahne canlandi birden: yine yillar yillar once, ama kucucuk ufacikken degil de gencken bir zaman. Yaz okulu bitmis, kampus ve cevresi alisilmadik bir seyreklige burunmus. Tabi el mecbur staj baskentinden ve tabi annesiz-babasiz evimden ayrilamamaktayim. Ama yalnizim (maddeten) ve korkmaktayim (ki o yillar o sehirde kapkaccilik olsun, gasp olsun, hepsi saltanat surmekte, bu darbe yiyip duran beden de bundan nasibini coktan almis, o sahneleri tekrar ve tekrar yasamakta). Kafamdan istemeden yazdigim senaryolar da hep kotu sonla bitmekte, sanki Çaki'yi (Chucky) yeni izlemisim gibi bir odadan diger odaya gecememekteyim. Iste oyle bir gun, bir dost eli yardimima kosuyor ve bana sirli bir kitap hediye ediyor. Nokta. Canlanan sahne burda öldü. Yani neymis, korkuya care bulunurmus. Peki ozleme care bulunur mu? Hele bu saat olmus da hala aramamissa? Sonra pismanliga? Her gecen gun aleyhime islemekteyken, her gunun aksaminda kendi kendime sozler vermekteyken? Zamanin hizli akisina ve cildirticiligina karsi sabrim tukenmekteyken?

Gece-gunduz, gece-gunduz, gece-gunduz, gece-gunduz, gece-gunduz.....
Tik-tak, tik-tak, tik-tak, tik-tak, tik-tak…..

11 Ekim 2009 Pazar

küçüktüm ufacıktım

Sabah namazini muteakip saatin kac oldugu umursanmadan edilen kahvaltinin ardindan gunes yakmaya baslamadan yeterli olcude mesafe alabilme gayesiyle ve gayretiyle hizli, telasli ve heyecanli, atayurdun yazlari da serin olan sehrine, amcamlari ziyarete gidiyoruz. Gunes yeni dogmus. Abim on koltuga oturmaya hak kazanacak kadar buyuk degil, arkayi ucluyoruz. En bencil ben oldugum icin yatma pozisyonunu almisim coktan. Sessizlik icinde, bir kac saat yol aliyoruz, bas sehire gelmeden benim de uyesi oldugum arkadaki kardes grup uykusunu alip yolculuga konsantre olmaya basliyor. Benim midem her zamanki gibi bulaniyor. Servis isinden sorumlu annem, bastirsin diye bana cubuk kraker veriyor. Babamin nesesi her zamanki gibi yerinde, coskulu. Arabamiz Dogan SL ya da SLX, neydi hatirlamiyorum, ama plakasi DF 999, nedense cikmiyor aklimdan. Babam teybi aciyor. Meleyen Azeri abladan kurtulduk ama Mrs. Abacidan kurtulamiyoruz bir turlu, babam eslik ediyor “beeeende kar yanginlari, seeeeende goc hazirligi. Asiydim kardelen cicegindeeen bahar topragina yuzunu sureeeen”. Bir su basi bulsak durup yarim kalan kahvaltimizi yapacagiz, ki babam icin ikinci kahvalti. Yok surdaki mi burdaki mi derken ben ya acliktan olecegim ya da mide bulantisindan kusacagim! En nihayetinde, koylulerin bahcelerinden topladigi meyvelerin de satildigi agaclik bir yerde babamin ove ove bitiremedigi “su”yun yakininda, ki butun sular benim icin ayniydi o zamanlar, mola veriyoruz. Pogacalar yeniyor, meyve aliniyor, babam zorla sudan iciriyor, yolculuk kaldigi yerden devam ediyor. “kizilciklar olduuu mu selelere dolduuu mu heeeey”, bu sarkiya ben de icimden eslik ediyorum. Ve o da ne, 55 plakali bir araba bizi geciyor, ve babamdan ilk soru geliyor “evet, 55 nerenin plakasi, bilene 10 puan!”. Tahminler yapiliyor, yaklastin, onunki şu, ipuclari derken atayurdun kuzeyindeki nadide sehrimiz biliniyor. Yol boyunca butun plakalara ayni muamele yapiliyor. Sular, meyve sulari, meyveler, kekler, annem surekli servis yapiyor. Mercedes abilere yol veriliyor, hadlerini bilmesi gerekenlere hadler bildiriliyor. “bilirsin ki aglamam, bilirsin aglayamaaaam, bilirsin ki ölürüüüüm, bilirsin yaaasayamam”. Ve babam matematik sorularina geciyor, oldum olasi hazzetmem! Abimle kardesimin kafadan problem cozme zekalari cok yuksek oldugu icin sanirim arada eziliyorum, oysa sinifta ne de basariliyim. Derken babam yoruluyor, ve ben asli gorevimi yapiyorum, ellerim agriyor aslinda, ama babama kiyamiyorum, devam ediyorum. Karnimiz acikiyor, benzin de alinmasi gerekiyor. Itinayla Shell istasyonu araniyor. Tekrar yola koyuluyoruz. Gunes batmadan abimin dogdugu sehre variyoruz. Bizimkilerin eskiden oturduklari evin onunden geciyoruz, anilar anilar..
“Beraber yuruduk biz bu yollarda, beraber islandik yagan yagmurda, simdi soyledigim tum sarkilarda, bana her sey seni hatirlatiiiiiiyooor”. Evet, bana her sey cocuklugumu hatirlatiyor!

3 Ekim 2009 Cumartesi

atayurdun tam ortasinda bir kış gunu

Bitis ziline 10 dakika kala artik gocuklari giymeye basliyoruz, atkilar sımsıkı sariliyor, canta sirta takiliyor, suluk boyuna, gevezelik ediyorum. Ve zil caliyor, siniftan ilk once cikma telasi nedendir bilinmez kapiya hucum basliyor. Oglenciler yavas yavas sira olmaya baslamislar bile, fonda ogrenci cigliklari evin yolunu tutuyorum. Yururken donmus su birikintilerine basip onlara catlatmaya azami ozen gosteriyorum. Eve giris sahnesi yok aklimda, oglen yemegini de es geciyor hatiralarim. Kendimi odev yaparken buluyorum. Once parcayi okuyorum, sonra kelimelerin anlamlarini Turk dil kurumunun sozlugunden kopyaliyorum. Basliklari hep kirmizi kalemle yaziyorum. En cok kelimeleri cumle icinde kullanmayi seviyorum. Cok dusunuyorum, guzel cumleler kuruyorum, sonraki gun sinifta okuyusumu hayal ediyorum. Okudugumuzu anladik mi sorularini cevapladiktan sonra, matemetik odevine geciyorum. Sira hayat bilgisine geliyor. Mevsim ilk bahar olsaydi köyümüzü taniyacaktim ama simdilik “kış hazirliklari nelerdir”i arastiriyorum. Odevlerimi salondaki sehpanin uzerinde yapmayi seviyorum. Odevler bitince buzlu camla ayrilmis oturma odasina geciyorum. Anneannem (Allah rahmet etsin) yere sari piti kareli sofra bezini seriyor. Televizyon karsida oturuyoruz. Memleketinden gelirken getirdigi ve ozenle dilimledigi ekmeklere once ev yapimi salca suruyor, sonra zeytinyagina batirip kardesime ve bana veriyor. Ben nedense uzerine tuz ekmeden yiyemiyorum. Elimde tadi aklimdan bir turlu cikmayan bu dilimler “Anadoludan Goruntuler” programinin bitmesini bekliyorum. Babam T.O'dadir, ablam okulda ama annem nerde, abim niye yok o sahnede bilmiyorum. Aklimda sadece kardesim, anneannem, ben ve sari piti kareli sofra bezi ve bir de GAP projesi…

2 Ekim 2009 Cuma

mutlulugun ne cok resmi var

Bir cuma aksami, okuldan yorgun argin gelindikten sonra yaklasik yarim saat surecek yolculuk icin araba ayarlanmissa, elde kekler cipsler yollara dusulmusse, kopruden sonraki ilk exit’ten cikilip kivrimli yol mide bulantisiz atlatilmissa, daha minicik cocuklariyla derinden gelen bir gulumseme bizi karsilamissa, bir hafta aradan sonra herkesle ozlem dolu kucaklasilmis ve birbirimizi gordugumuze sevinilmisse, nefes almadan kahkahalar icinde bir haftanin ozeti gecilmisse, sonra yukari cikilmissa biraz ciddilesmek adina, aylar oncesinde konusulan bir konu unutuldugu dusunuldugu bir anda hatirlanmissa tam yerinde, icimizden biri vakti girmisken O’nu bekletmemek icin hatirlatmada bulunmussa, gayret herkesin gozlerinden okunuyorsa, sozler verilmisse bundan sonrasi adina, sorulan sorulara cevaplar bulunmussa, hepberaber sesli sesli soylenenlerin ardindan binbir cesit bir sofra asagida hazir beklemekteyse, keske zahmet etmeseydi minicik cocuguyla diye bir yandan uzulunurken sofranin guzelligi karsisinda hasil olan sevincle hemen eyleme gecilmisse, hicbir zaman yapilamayacak tarifler istenmisse, bulasiklar yikanip ortalik soyle bir toplandiktan sonra gonul rahatligina kavusulmussa, candan kucaklasmalardan sonra herkes eve teslim edilmis sonra donus yoluna dusulmusse, ve icler huzur dolmussa, daha ne istenir ki mutluluk adina!

bana mesaj

Baksana kendi heva ve hevesini ilah edinen, ilmi olduğu halde Allah'ın kendisini şaşırtıp, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözlerine de perde çektiği kimsenin haline! Hakkı görmemekte ve azgınlıkta ısrar etmesi sebebiyle Allah’ın şaşırttığı bu kimseyi kim yola getirebilir? Düşünmüyor musunuz? (Câsiye SURESİ, 23.ayet)

28 Eylül 2009 Pazartesi

Sen mutlulugun resmini yapabilir misin Abidin? Ben yapabilirim!

Ayni amac icin insanlar toplanmissa, hele bir de arada sevgi varsa (yani insanlar “can” olmussa), ayni seyleri okumak ve dinlemek herkeste ayni hazzi yasatiyorsa, ara sira geyikler ortami sarmisken iclerinden bir ciddi can herkesi toparlayabiliyorsa, daha demlenmedi diye dusunulen bir anda, buharlar cikan caydanlik getiriliyorsa, basta agri varken tesebbus edilen yardim hareketi “sen otur” diye engelleniyorsa ve hic cekinmeden oturulabiliniyorsa, atayurttan gelen leblebiler tabaklari doldurmussa, yetmeyen bitter cikolataya snickers destek olmussa, ask ve sevk varsa yureklerde, “Yahya”nin ne guzel bir isim oldugunda hemfikir olunmussa, sonunda hasta gorunmek de olsa verilen karardan yine de donulmuyorsa, ikiye katlanmanin sevinci yasaniyorsa, tek istek “riza”ysa, ve bunun icin kafa yoruluyorsa , daha ne istenir ki mutluluk adina!

27 Eylül 2009 Pazar

pembe semsiyenin altinda

Yagmurlu bir pazar sabahi, ne olsa diye cok dusunuldukten sonra karar verilen hediye elde, yeni insanlarla tanisilmak icin yollara dusuldu. Tanisilacak, kisa ozgecmisler sorulacak, kahvalti yapilacak, dinlenilecek, anlatilacak ve sonraki hafta tekrar bulusulacak. Kismet olursa iki yil bu boyle gidecek. Yani biraz sonra tanisacagim insanlar hayatimin cok onemli bir parcasi olacak. Hic cekinmeden kardesimden ister gibi isteyecegim (ins) ve hic dusunmeden kardesim icin yapiyormusum gibi yapacagim (yapmak : genel eylem). Hepsinin hayatlarini, coluklarini cocuklarini, karakterlerini, mucadelelerini ogrenecegim. Sonra, iste sonra 2 yil bitecek (kismet olursa tabi), ayrilik vakti gelecek, bir bir gidecekler, ve herbiri icin ayri bir aglama sahnesi yasanacak. Yazin atayurtta bulusma gunu ayarlanacak, ve evet onlar gidecek, bende bir eksiklik kalacak, oysa su gune kadar hayatimda zaten yoktular. Ne garip insan, ne cok etkileniyor her seyden, ne cok baglaniyor... ve belki de yillar sonra, dunyanin neresinde, gunun hangi saatinde, nasil bir havada bilinmez ama yeni canlarla tanismaya gidilirken yine ayni seyler dusunuluyor olacak (tabi ki yine Allah kismet ederse)
NOT: giderken yazildi, donunce yayinlandi

26 Eylül 2009 Cumartesi

gecmis zaman

volkan apartmaninin balkonunda abim, ve elinde bir siir defteri (ki o zamanlar cok gaz siirler okurdu, bir de ay-yildizli kolye vardi ama toprak orttuk ustune, acmicaz), beni karsisina oturtmus, bana kendi begendigi misralari okumakta.. Ben sıkıntıdan patlamisim, ama abimin hevesini kirmak istemememden ilgiliymis gibi davraniyorum, dinliyorum, guzel olduguna dair yorumlar yapiyorum. Aradan en fazla iki yil geciyor, yine volkan apartmanindayiz, bu sefer benim elimde ozenle belki de ozentiyle hazirlanmis bir defter, icinde can alici misralar (ki cogu ablamin ve abimin defterlerinden, bir de Mr. Siddik'in dil bilgisi ogretmek icin miydi neydi, o amacla yazilmis bir kitabindan kopyalanmis) ve siirler ilk genclik yillarini anlatan, ve karsimda kurban olarak kardesim. Ben begeniyorum ya, o da biraz dinlese o da begenecek, buna inaniyorum, ve okumaya devam ediyorum. Birden, yillar oncesi geliyor aklima, benim kurban oldugum gunler, birakiyorum. Sonra kendi kendime okumaya devam ediyorum, ucuncu sahsin siirinden basliyorum, hasretinden prangalar eskittim'e geciyorum, tum siirleri degil de dortluk olanlari daha cok seviyorum. "Oysa ben daha guzel ölürdüm, arka bahcede askercilik oynarken" misralarinin yillar sonra bile ezberde kalacagini bilmiyorum. Orhan Veli'yi cok fazla okumuyorum, herkes biliyor onu, ama Ilhan Berk'i farkli goruyorum (ki o zamanlar I. Berk'ti benim icin. Mr Siddik oyle yazmis kitabina). Arkadaslarimin onun adini ilk defa duymalari beni mutlu ediyor anlamsiz. "Siir gecesi" secmeleri oluyor, tek geciyorum, kafiyeli siirleri sevmem ama Mona Roza'yi seviyorum. "Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair"i buluyorum getiriyorum:

"Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
Can kuşum, umudum, canım sevgilim"

hele o bitiris, sanki Erdem Beyazit kimseye soylememis ama bir bana soylemis gibi havalara giriyorum, seviyorum. Derken, "Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine"yle tanisiyorum, o siiri ben yazmadigim icin cok uzuluyorum, oysa nasil da guzel yazilmis, hele "senin kalbinden surgun oldum ilkin" nasil guzel soylenmis, nerden de akla gelinmis oyle bir cumle, gipta ediyorum (ki yillar sonra kimlere gipta edilebilir, kimlere edilmez ogreniyorum). Oysa benim de yazdigim siirler var, yazarken harikaymis gibi gelen ama yillar sonra bir dolap duzeltme seansinda ansizin cikinca dunyayi durdurup saatlerce okunan ve aslinda cocukluk oldugu aynelyakin anlasilan. Ahlisima bulunuyor bir baska seansta

"Ben -2'yim, sen reel sayilardaki karekokumsun,
Ben ekvatorum, sen 24 saat gunduzumsun"

Karar veriyorum, siir kabiliyetim yok, duz yazi, dumduz, en guzeli. Sonra "jelibon"geliyor aklima, simdi nerde acaba...

ve karsinizda Cafer

Iste bu da benim vazgecilmezim Cafer! Taninmasin diye onun da yarim fotosunu koydum:) (ha bi de concepte uysun diye) neme lazim sonra celebrity olur, beni unutur falan (zaten umrunda degilim gerci, kekleri alip alip gitmekte, onu oraya koyani hic dusunmemekte, aman nimeti ASIL VERENi unutmasin da) En yakin zamanda Cafer'in parcaladigi objelerin resimlerini de koycam ins (pencere teli, vb). Cafer icin bir 101 dersi vereyim hemen, ( C101 introduction to Cafer) Bir gun ben eve geldim, mutfakta bir degisiklik var, hirsiz girmis desem degil, kekler ortaya sacilmis, neyse dedim, gectim. Sonra bir gun icerden (mutfaktan) sesler duydum, korkumun uzerine gittim, bi de ne goreyim, onla tanismamiz zaten yazilmismis da aktorler olarak bir karsilasma senaryosu yasamaktayiz. Ben onu gorunce dondum kaldim, hareket etsem kacip gidecek, ama o da dondu kaldi (o sahne aklimdan hic cikmiyor) masanin uzerinde duruyor, kafasini cevirmeden bana bakiyor, ne gidiyor, ne kaliyor. Sonra o hizla gitti, ben kendime gelemedim, hayatima girmisti bir kere, olmamis gibi davranamadim, sonra ona cafer ismini verdim ve onu digerlerinden ayirdim. Iceri girmesin diye pencereyi kapattim, ama hep gelmesini istedim, pencere telinde oyle kalsin istedim. Her sabah ilk isim ona yiyecek koymak oldu/oluyor. Cafer kekleri yiyince (ki kalan kalburabastilari da ona yediricem) ben mutlu oluyorum, pencerenin onunde onun gelmesini bekliyorum. Biliyorum, o da Suha gibi (bir ara da S101 veririm) cekip gidecek, hem de kis gelmeden belki. sonra ne olacak? Gordugum her sincabi cafer zannedicem. (cok duygusalim bugunlerde, eee arayip soran yok, ondandir!)


25 Eylül 2009 Cuma

labda yemek yenmesine karsi olanlar el kaldirsin

Evet kabul ediyorum, takintili bir insanim, taktim mi hakkaten takarim, ve sanirim en buyuk takintilarimdan biri de yemek esnasinda cikan sesler! Deli olurum, aglayasim gelir, mumkunse olay yerini terk ederim, degilse icten ice kizarim, oturur yazi yazarim. Velhasil, su hipotezi savunmaktayim: pozitif bilimlerle (!?) ugrasilmasi gereken bir mekanda yemektir, sekerdir, hele havuctur hic yenmesin. Eger bu objelere karsi dayanilmaz bir istek duyuluyorsa, ogrenciler icin ozel olarak, binbir emekle hazirlanmis alana gidilsin, orda istenildigi kadar ses cikartilarak yenilsin icilsin, ama bu cana daha fazla kiyilmasin, zaten gergin bunyeye daha fazla eziyet edilmesin! Tabi siz “uyar madem” diyebilirsiniz, fakat uyarmak icin arada mesafe olmamali, canindan bir can olmali karsidaki ki kirilmasin, uzulmesin (ah cok fedakarim goruyorsunuz, baskasinin uzulmesindense kendimi cileden cikarmayi tercih ediyorum!) Bir takim gayretli canlarim var (bknz. tefek-sirin) ama ben "heeyyt, cikar su agzindaki sakizi makizi" deyince, saygida kusur etmez, basini one eger, objeyi kendinden hemen uzaklastirir, ve kirilmaz, incinmez. Ama labda durum oyle degil ne yazik ki, "heeyyt, yeme su sekeri" desem kimse anlamaz (cunku dil farki vardir aramizda), (neyse "geyige sarmadan devam" kuralini da hayatimin vazgecilmezlerinden yapsam iyi olacak) ne diyordum, hah iste desem oyle (after translating, yok yok ben artik “far far away”in dilinde dusunup oyle konusuyorum, ceviri yok:)) ) kirilacaklar, az da olsa, ve bende vizyon misyon hicbir sey kalmayacak. Kisas yontemini kullansam, o zaman da hakliyken haksiz duruma duserim! ben simdi giybet mi yapmis oldum? yooo, sadece bir istegimi dile getirdim, insan hakkinda degil de eylem hakkinda konustum (bknz. kendini teselli etmek). Ve hakliyim, labda yemek yenmesine karsi olan en az yuzbin kisi bulabilirim:)

24 Eylül 2009 Perşembe

tarifsiz blog mu olur?

Onca guzel ve uygulanasi yemek bloglari/siteleri varken tarif vermek bana dusmez. Ben de haddimi bilir hic kalkismam o ise. Yapmayi sevsem de, hatta eskiden her yemek yapisimda kendimi yemek programinda zannetsem de, herhangi bir yemek icin "en fazla yarim saat" kuralini benimsedim coktan, hayat felsefesi olarak (cok ulvi bir felsefe benimsemisim! neyse). Pisme suresi degil de, yemek icin harcanan iscilik suresi (dograma olsun, karistirma olsun, pisip pismedigine bakma olsun hepsi dahil) dikkate aldigim. Cikar yol olarak da pisip pismedigine bakma islemini minimize ettim. Her pisirdigim yemek/pasta/borek/tatli cesitlerinin belli bir isida belli bir pisme suresi var (kesin), kurarim saati, otmeye baslayinca da gider kapatirim, bu arada da ne isim varsa kalkmadan guzel guzel yaparim. ilk yontemimi (tarif degil, yontem) turk kahvesi icin paylasayim dedim, en cok tukettigim ve her aksam yaptigim oge olarak. Olculer su bardagi buyuklugundeki fincanlar icindir, daha kucugu kesmez, inatla carpan kalbe kafa tutulur, her aksam o fincan masaya konur. Cezveye once iki tatli kasigi kahve konur, sonra iki fincan su, uzerine de 1.5 tatli kasigi seker, karistirilir bir guzel. Sonra ocak orta ayara getirilir, saatler 7 dakikaya ayarlanir, olay yerinden ayrilinir. 7 dakika sonra oten saatle aheste aheste mutfaga gelinir, yanlardan hafif kopurmeye baslamistir bizimki, ocaktan alinip fincanlara konur, cikolatalar icine batirila batirila yenir/icilir, sonra mecburen derse baslanilir. E zaten 7 dakika, basinda beklesem nolur? Hic iste!

ozlenenler




gozlerimin onunden gecen film seridi

Yillar yillar once, yokusu bol bir sehirde, aglamayi bilen bir kiz gelmis dunyaya. 1 yil gecmeden konusmayi, 1.5 yil gecmeden dusmeden kosmayi, 3 yil gecmeden de sehir terk etmeyi ogrenmis, ve anne-babasiyla kucuk ve agacsiz bir sehre yerlesmis. Her kiz cocugu gibi, cubuk krakeri sigara olarak kullanmis, asagi bakkaldan lolipop almis, leblebi tozunu bogazina kacirmis, voltrancilik oynarken pembe voltran olmak ona cok yakismis. Yalniz cok inatciymis, hatta 4 yasinda oruc tutmak icin inat etmis, onca israra tahrige ragmen ailede en kucuk yasta oruc tutma unvanini elde etmis. Abisi tarafindan yokus asagi ve ayakta olarak bisiklete binmeyi ogretilmeye yeltenilmis, fakat o sekilde ogrenemedigi gibi aldigi yaralar da kendisinde iz birakmis. Sonrasinda, yagmurlu bir yaz ikindisinde, evde anne ve yengesinin hazirladigi kol boregi piserken duz yolda oturarak bisiklet surmeyi basarmis. Kucuk kardesine kucuk annelik yapmis, kitap yazma isine ilk defa ilkokulda kalkismis. Derken ilkokul bitmis, Burak apartmanindan Volkan apartmanina gecilmis, ara ara, kimse yokken, eski apartmana gitmis, merdivenlere oturup aglamis, ama bunu kimseye soylememis. Ortaokulda, henuz hazirlik okurken, buyudum havalarina girmis, folklor oynamis, atlet olmus, siir-kompozisyon yarismalari kazanmis, sonradan akibeti bilinmeyen gunlukler tutmus, test-ders kitaplarinin arasina misralar yazmis, okul sirasina sarki sozleri kazimis, boyle boyle "yatili lise" hayatina gecis yapmis. Misafirhaneden bozma bir yurtta, gece yarilarina kadar arkadaslariyla sohbetler etmis, elma toplamaya gitmis, cagla koparmis, etudler yapmis ve 3 yil sonra o sehri de terk etmis, buyuk ve denizi olan bir sehirde hayatina devam etmis. Once yurtta kalmis gullerden biri olmus, sonra arkadaslariyla beraber mutfak dolaplarinin kapaklari olmayan bir evde de kalmis, kaloriferler calismadigi icin utuyle isinmaya calistiklari bir evde de. Kuru fasulye pisirmeyi de ogrenmis, tatli yapmayi da. Dinlemeyi de ogrenmis, anlatmayi da. En zoruna giden, arkadaslarini sabahlari kaldirmak icin uykulu uykulu dil dokmekmis bir de yemek yiyen birinin cikardigi ses, hepsine sabretmis. Evinde proje-odev partileri de olmus, dizi partileri de. Cumartesi sabahlari patates kizartmasi ve evin asagisindaki firindan alinan simit, bir de sen sakrak arkadaslariyla kahvalti yapmis. Kayip Balik Nemo'su varmis 12 kez izledigi, salihi de varmis sonra olen, emrahi da hem annelik hem babalik yaptigi. Sonra, her midterm/final oncesi konusturdugu/konusturuldugu canlari varmis. Ve ne olduysa o 5 yilda olmus, kucuk kiz buyumus, olgunlasmis, simarikligi gitmis(!), kendi kucuk dunyasina buyuk hedefler koymus, bu hedefler icin yasamayi arzulamaya baslamis. Ve sonra, "far far away" diyarlara goc karari almis anne-babasindan sonra onu en cok seven kisiyle beraber. Geride cok sey birakmis, cok aglamis. Uzun sure bogazi dugumlendigi icin telefonda konusamamis, ama gun gelmis yokuslu ve agaci bol "far far away"e alismis, yeni gullerle tanismis, alinan buyuk hedefler icin buyuk adimlar atmis. Bir hafta sonu Dogu'ya gitmis, cok etkilenmis, bir buyuk adim daha atmis. Bu yeni sehirde suha'si da olmus cafer'i de; programlarin resepsiyoncu kizi da olmus, ascisi da. Hersheys'e de alismis, otobusu durdurmak icin ipi cekmeye de. "Her Giant eagle advantage card" da accept edilmis, ogrenci vize basvurusu da. Sonra doktoraya baslamis, bakmis yaptigi research dunyayi kurtarmiyor, torunlara kalacak, tarihe isik tutatcak(!) bir sayfa birakayim demis, ve kendi kucuk dunyasini anlatmaya baslamis.